Yazmak

Büyük bir yığının önünde durmaktasın. Her gelen kendinden bir şey taşımış. Her gelenle birlikte bir hayat taşınmış bu yığına. Düşüncelere temas ederken insan hayatları geçit resmi yapıyor gözlerinin önünden. Bir kulağında zamanın dev çarkının gürültülü dönüşü, diğerinde kâinatın ahenkli nağmeleri… Bir gölgeler koridorunda hakikati taşıyacak muhkem sütunu aramaktasın. Parmakların pençeler haline gelmiş, istemsiz olarak boşluğa savuruyorsun. Bir başlangıç arıyorsun ya da sonsuza uzanan bir gidişin ipini yakalamak. Kalbin bir körük haline gelmiş; bazen alev soluyup buhar üflüyorsun bazen hayat soluyup ateş… Kanın o kadar ısınmış ki ellerin buz tutmuş. Göz bebeklerin yanıyor, kafanın içi bir cehennem kazanı gibi, ateşin var sürekli, ateşin var ve yorgun düşmüşsün. Rüyaların uyanıklığına dâhil olmuş, ayakta hayaller görüyorsun. Mekân esniyor, zaman pıhtılaşıyor ve devlerin ayak sesleri pencereleri sarsıyor.
Koltuktan inen bacaklar, masaya tutunan eller ve muhayyilenin cinnete doğru savurmasından çekinerek “gerçeklik”te kalma çabası. Çalışma masan ölülerin dirilip ortada dolaştıkları bir mezarlık; öyle bir mezarlık ki yalnızca büyükler gömülmüş; yalnız büyükler diriliyor. Bu cılız gövdenle bu dehşete tahammül edeceksin. Bir harfin karmaşadan belirginleşip kâğıdına düşmesi için bir ay beklersin, bir kitaplığı dolduracak sözler bir anda boşalıverir. Büyükler konuşmaya başlayınca “susun” demek olmaz.

Ya bedeni ihtiyaçlar… En münasebetsiz zamanda acıkan mide, en olmayacak zamanda sıkışan böbrekler… Bir bedenle var olduğun için isyan etmek. Keşke baştan ayağa bir düşünce olsaydım demek. İhtiyaçlarını görüp geri geldiğinde seni terk etmiş olabilirler veyahut seninle birlikte ihtiyaç gördüğün yere gelirler. “Ne bakıyorsunuz; siz de bu hallere düştünüz!” diye bağırmak. Kitap tozlarıyla dolmuş tırnakları, düşünce teriyle yağlanmış saçları yıkamak için suyun altına girmek ve saatler sonra hatırlamak yıkandığını. Aynada çırılçıplak bedenine bakmak ve ıslak saçlarla koşmak kitaplara…

Büyüyen gözbebekleri, ışığa duyarlılık, karanlığa ihtiyaç, yalnızlığa arzu, gürültüye nefret, pencereyi açmak ve “Susun” diye bağırmak. Yorgun, çaresiz, tükenmiş bir halde geriye kalan şeye bakmak. Yazdıklarını okumak ve memnun olmamak… Haritalar, evler, mezarlıklar, heykeller, resimler, sözler, tarihler, küçük notlar, büyük notlar, tasarılar, tatminsizlik, her şeyi ihata edememek, kenarlarından notlar fışkıran kitapları çerçeveye almak ister gibi kollarını iki yana açmak…

Ve çaresizlik içinde kapanmak kollarına ve hıçkırarak ağlamak… “Ben yapamıyorum!” diye haykırdığın an omzunda bir elin varlığını hissetmek. “Sen yapacağını yaptın şair gerisi bize kaldı” sözünü duymak. Dağınıklığın toparlanması, düşüncelerin bir araya gelmesi, netleşen resimler, canlanan heykeller, bacası tüten evler, vatan haline dönen haritalar, hayatın başlaması ve fildişi mahfazasından çıkarılan altın kalemin parşömen kâğıtlara dokunması…
Yıllar süren hamileliğin sonunda kanlar içinde doğan bebek, önce ilgisizliğin ve anlayışsızlığın yollarında emekleyecek, sonra kendi ayakları üzerinde doğrulup ebediyete doğru yürüyecek. Ta ki yüzyıllar sonra, bin yıllar sonra bir adam büyük bir eser yazmak istediği zaman kulaklarında çınlasın ve çalışma masasında her satırı çizilmiş olarak yerini alsın…

İşte bunun adı yazmaktır dostum.

Yazmak” için bir yanıt

  1. Ve gün doğar önünde geceden yanmış Güneş’in kırıntıları. Kimbilir neler vardı o karanlıkta. Ellerin varlığını hissettiği ve ensesinde soluyan kelimeler yazarın. İdrak. Bir kilide açan anahtar. Masanın üstünde mahzun bir kitap, kilidi açan anahtarın “Şık” sesidir. Ya o kapı, o kapının ardına yığılan kelimelerden, kapının insafına kalanları mürekkebe bulamaktır yazmak…

    Beğen

nalansah için bir cevap yazın Cevabı iptal et