FETRET II

Donuklaşan bakışlar
can çekişen ışıklar,
karanlığın kuşatması,
bir yıldırım çarpması
kımıldayan mezarlar,
ve inleyen duvarlar…
Kilidi düşüren gölge,
inime dolan imge
parçalanmış cesetler
karışan istikametler
sessiz harflerin gecesi
sayıların bilmecesi
Hem bildiğimiz ne var?
Öyle korkunç acılar
kimse bir çare bulmaz
düşmanlara sorulmaz,
öyle büyük sorular
Geriye kalan ne var?
Yapayalnız düşünmek
Düşünen çocuk demek
Kırar oyuncaklarını
Bilse bulacaklarını
kalbine sokar hançeri
görmek için canına
can veren cevheri

R. Elçi – Mart 2015

FETRET III

FETRET III

Simsiyah kanatlar,
alev rengi atlar,
ölümü içen gözler,
“öl artık ” diyen her
yer karanlık ve yaslı.
Kaskatı ve paslı
esmer ellerim ile
dua etsem bile
sesimi kim duyacak;
karanlık ve uzak
yıldızlar mı?

Haşa bir şey var
Aramızda duvar
Alev almış idrak
Hiç durmayarak
Örüyor kafesini
Bilmiyor nefsini
Beni öldürüyor
İçimi dert bürüyor
Fakat niye varım?
Kendime duvarım
Belki de intihar
Sus hayır zinhar!
Bu hafif işkence
Böyle bir gence
Çok gelmiş olamaz
Başını kaldır biraz
Ve çatlayana dek
De ki “Direnecek,
canımı takıp dişime
ve düşüne düşüne
Öleceğim.”

R.Elçi -Nisan 2015

Genç kızların ve sümüklü oğlanların özgürlük sandığı şey başına buyrukluğun ve tembelliğin kölesi olmaktır. Entelektüellerin özgürlük sandığı şeyse fikir gölgeliklerine toplaşarak sürüler halinde ötüşmektir. Oysa özgür adam, arzularına diz çöktürmüş ve güneşin alnında tek başına yürüyen adamdır.

Mihi Canto et Musis

Sen şarkılarını söyle” diye bir film vardı. Bir de Mihi canto et musis diye bir laf var. Evet sen şarkılarını söyle, kendin ve ilham perileri için… Gerisi karşılık beklentisi, sesinin yankılanmasını beklemek bile kayalıklara umut bağlamak, yani arzu yani maya. Dağ başlarında açan güzel çiçekler gibi olmalı insan; başkaları görsün diye değil sırf güzel olmak için…

MAHKUM HÜKMÜ KABUL EDENE KADAR MAHKEME SONA EREMEZ!

MAHKUM HÜKMÜ KABUL EDENE KADAR MAHKEME SONA EREMEZ! Rüyamda böyle haykırıyordum. Sokrates’ i, tanımadığım bir arkadaşı ve beni mahkemeye vermişlerdi. Sokrates ve o arkadaş bir masanın iki ucunda sessizce oturuyordu. Mahkeme salonuna ben getirildim ve söz almadan konuşmaya başladım. “İki dostum devlete ihanet ettiği için suçlanıyor, bense şahsi bir meseleden buradayım. Bu demek ki devlete karşı bir suç işlemediğimi kabul ediyorsunuz. Fakat ben bir adamın devlete karşı suç işlemeden bir adama karşı suç işleyebileceğini kabul edemiyorum. Bu durumda ya bu adama karşı da bir suç işlemedim ya da devlet kendini bireyden ayırarak bir suç işliyor.” Söylediğim şey kabul edilmedi ve mahkeme sonucunda üçümüz de hüküm giydik. Sokrates çıktı ve önce mantık sonra da matematik dersi aldığından sonra ikisini de bırakıp hukuk öğrendiğinden bahsetti. Daha sonra söylediklerini hatırlayamıyorum. Nihayet son sözlerimi söylemem için sıra bana geldi. ” Mahkemenin hükmünü adil bulmuyorum, bu yüzden mahkeme devam etmeli. Çünkü mahkum hükmü kabul edene kadar mahkeme sona eremez.” Bu sözüm üzerine salondan uğultular yükseliyor, ben de sesimi yükselterek devam ediyorum. “Çünkü bir tek kişinin olsun adaletin tecelli ettiğinden şüphesi var demektir ve bu kişi adaletin tecelli etmesi bakımından en önemli kişidir: adaletin tecelli ettiği kişi. Peki ama diyeceksiniz o kişi sırf adalet geciksin diye adaletli bir hükmü bilerek reddetmez mi o zaman. İşte ben de bunu söylemek istiyorum; böyle bir tek vatandaş yetiştirmiş bir devlet adalet dağıtamaz. Çünkü bu vatandaşı böyle yetiştirmekle o vatandaşa adaletsiz davranmıştır. Adaletsizlik yapan devletin mahkemelerinde adalete güven olmaz. Halbuki bu adaletten sonraki en önemli şeydir ve adalet olmadan adalete güven olamayacağı gibi adalete güven olmadan da adalet olamaz. Şu halde bu mahkeme ben hükmünüzü kabul edene kadar devam etmelidir. Siz adilseniz bu devlet adilse nihayetinde kabul ederim, bundan kuşkunuz olmasın.” Salondakilerin tarafıma geçtiğini hissedince ve Sokratesin ilk defa kafasını masadan kaldırıp bana baktığını görünce şu tuhaf lafı söylüyorum. ” Ben de Sokrates gibi önce mantık ve sonra aynı hocadan matematik öğrendim şimdi hukukla ilgileniyorum.” Ve alarm sesiyle uyandım.

Cemiyetimizin Dört Sütunu

Cemiyetimiz dört sütun üzerinde duruyor;
kıskançlık, iki yüzlülük, tembellik ve
seviyesizlik. Bunlar hakşinaslık, dürüstlük,
çalışkanlık ve seciye ile yer değiştirmedikçe
hiçbir başarının kalıcı olması mümkün değildir
hatta bu sütunların üzerinde yükselen hiç bir
şey başarı değildir. Siyaset bu soruna çare
olamaz çünkü toplumdan beslenir. Bunu çözecek
olan işi zamanın ruhundan şikayet etmek olan
“entelektüel” değil, ruhu kir barındırmayan,
zamanın ruhunu anlamaya çalışmak yerine saf
mana zincirinin bir halkası olup hakikati bir
sonraki nesle aktarmaya çalışan alimdir. O
lüzumsuz tek bir fikir kırıntısı barındırmayan
saf ilacı ortaya koyar, tadı acı olduğu için
kimse içmek istemez fakat hasta iyi olmak
istemiyor diye tedaviyi çarpıtmak hekimliğe
sığmaz. Hakikat başarmak zorunda değildir;
hakikat saf ve tertemiz olmak zorundadır.
Dileyen içsin, dileyen pisliğe, toza, çamura
razı olsun.

Yürüdüğüm Yol

İhtiyaçlarını azalt, arzularını söndür, mutluluktan vazgeç, şerefinle yaşa, fakirlikten korkma. Yalnızlığa alış, ölümü bekle, haz duyma. Sen olmasan başkasıyla da olabilecek bir kadına dönüp bile bakma. Yolundan yürümeyecek bir evlat için yolunda duraklama. Kimseyi kendin gibi yapmaya çalışma. Yalan söyleme, sözünden dönme, ihanet etme. Dürüst ol, ciddi ol, lafı uzatma.

İşte benim yolum bu! Yürüdüğüm ve yürüyeceğim yol. Sonu nereye varır bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.

İlham Gerçek Bir Yıldırımdır

İlham gerçek bir yıldırımdır. O şiddetli darbenin tesiriyle ortaya çıkan şey doğrudan yıldırımı gönderene aittir. Basılmasına, okunmasına, sergilenmesine gerek yoktur. Zira şiddetli sancılarla doğan çocuklar ve onları korkunç acılarla doğuran anneler, başkalarının iltifatlarına ihtiyaç duymazlar. Yeter ki semalar yıldırımlarını, fırtınalarını esirgemesin; dehanın çocuğu, kanlı sayfalarını kül rengi bulutlara gösterip gururla haykırır “Kulların bilmese de olur, sen hepsini okudun!”

Uyanması Gereken Adam

Rüyamda enteresan bir adamla tanıştım. Rüyasında bir şehir kurduğunu; bittiğinde orada yaşayacağını söyledi. Ne aşamada olduğunu sordum. Bana kanalizasyon sisteminin bitmek üzere olduğunu söyledi. Bir süre hiç bir şey demeden ona baktım, neden sonra rüyasındaki bir şehirde neden kanalizasyon sistemi kurduğunu sordum. Gece uyanmak zorunda kalmamak için dedi. Bu sefer daha uzun bir zaman sustum ve sadece yüzüne baktım. Ne düşünüyorsun diye sordu. Bence o sisteme güvenmemelisin dedim. Bu sözlerim onu kızdırmış olacak ki ne iş yaptığımı sordu. Romancı olduğumu söyledim. Sen de şehirler kuruyor musun diye sordu. “Evet” dedim. Bu şehirlerin kanalizasyon sistemi var mı diye sordu. “Evet” dedim. “Neden?” diye sordu. Kanalizasyon sistemi olmazsa karakterlerimin tuvalete gidemeyeceğini söyledim. Bir süre düşündükten sonra şöyle dedi: “Galiba ikimiz de aynı manyak herifin rüyasındayız ve galiba o manyak herifin bir an önce uyanması gerekiyor.”

Birisi bir kızgınlık anında “Bir daha asla şemsiye taşımayacağım” dese sonra bu sõzü yüzünden her yağmur yağdığında ıslansa ona gülerim. Ama bir gün onu şiddetli bir yağmurda şemsiye taşırken görsem “İşte sözüne güvenilmeyecek birisi” derim.