Zarfı açtım. Ondandı.
Bağışlayın beni. Ayaklarınıza kapanarak bağışlanmamı diliyorum. Hem sizi, hem de kendimi aldattım. Bir düş, bir hayaldi bu. Bugün sizi düşündükçe içim parçalandı. Beni bağışlayın!
Ne olur beni suçlamayın. Çünkü size karşı hiç değişmiş değilim. Sizi seviyor, sevgiden büyük bir duygu besliyorum. Tanrım! Elimden gelse de ikinizi birden sevebilseydim… Ne olur, siz o olsaydınız!”
“Ah Nastenka bu sözünü hiç unutabilir miyim?”
“Sizin için şimdi neler yapmak istemezdim! Sizin ne durumda olduğunuzu, ne kadar üzüldüğünüzü biliyorum. Kırdım sizi. Ama herhalde bilirsiniz, seven gönül, kırgınlığı çabuk unutur. Siz de beni seviyorsunuz.
Teşekkür ederim. Beni sevmiş olduğunuz için teşekkür ederim. Çünkü bu sevgi, uyandıktan sonra uzun süre unutulmayan tatlı bir düş gibi saplandı yüreğime. Çünkü bana içinizi kardeşçe açtınız; huzur vermek, iyi etmek, korumak için yaralı yüreğimi kabul etmek büyüklüğünü gösterdiniz. Beni bağışlamakla, anınızı sonsuz şükran duygularımla birlikte bir kat daha yüceleştirmiş olursunuz. Anınızı yaşadığım sürece yüreğimde taşıyacağım. Onu koruyup bağlı kalacağım, benden hiçbir ihanet görmeyecek. Çünkü ben önce kendi kendime ihanet edemem. Daha dün bu kalbin, ait olduğu kimseye bir an içinde nasıl döndüğünü gördünüz.
Sizinle görüşeceğiz; bizi terketmez, gelirsiniz. Her zaman arkadaşım, kardeşim olacaksınız… Karşılaştığımız zaman bana elinizi uzatacaksınız, değil mi? Elinizi uzatacak, bağışladığınızı söyleyeceksiniz. Beni hala eskisi kadar seviyor musunuz?
Ah, ne olur, sevin beni, unutmayın. Çünkü şu anda sizi o kadar çok seviyorum ki bilemezsiniz!.. Hem sizin sevginize layığım, hak edeceğim onu sevgili dostum!
Önümüzdeki hafta evleneceğim onunla. Geri döndüğü zaman beni hala seviyordu, hiçbir zaman da unutmamıştı… Mektubumda onun sözünü ettiğim için beni bağışlayın. Ama onunla birlikte size gelmek istiyorum. Onu da seveceksiniz, öyle değil mi?
Beni bağışlayın, unutmayın ve sevin.”
Mektubu bir daha, bir daha okudum. Gözlerim dolmuştu. En sonunda mektup elimden düştü, yüzümü ellerimle kapadım.
Matriyona’nın sesi yeniden duyuldu:
-Bak bey, sana ne söyleyeceğim!
-Söyle bakalım, ana.
-Tavandaki örümceklerin hepsini temizledim. Aman bu fırsatı kaçırma, ya evlen, ya arkadaşlarını çağır; bir şeyler yap işte…
Matriyona’ya baktım. Nedendir bilmem henüz genç ve dinç olan bu kocakarı, o anda gözlerinin feri kaçmış, yüzü buruşmuş, beli bükülmüş, iyice yaşlanmış göründü. Duvarlar, döşemeler soluklaşmış, eşyalar rengini atmıştı. Her taraftan örümcekler sarkıyordu. Pencereden dışarı bakınca, karşıki evin de çökmüş, donuklaşmış bir görünüşe büründüğünü, sütunların badanasının parça parça döküldüğümü, dış süslerinin kararıp yer yer çatladığını gördüm. Duvarlar o parlak sarılığını yitirmiş bozlaşmıştı.
Güneş yağmur bulutunun arkasından şöyle bir bakıp sonra tekrar gizlendiği için mi böyle her şey gözüme renksiz görünmüştü? Yoksa hüzünlü, somurtkan geleceğimi bir süre hayalimde canlandırarak, on beş yıl sonraki durumumu, gene yalnız, gene aynı odada, yıllar geçtiği halde zerrece akıllanmayan Matriyona ile birlikte daha da yaşlanmış olarak mı görmüştüm.
Ama sana kin bağlamak mı, Nastenka?.. Tertemiz pırıl pırıl mutluluğuna gölge düşürmek mi? Acı sitemlerimle sen kederlendirip gizli azaplar vererek, en mutlu anlarında yüreğinin acıyla çarpmasını ister miyim? Gelin olduğun gün, onunla birlikte yürürken siyah saçlarını süslediğin narin çiçeklerden tekini bile soldurabilir miyim? Bunları ben mi yapacağım, Nastenka? Asla, asla! Göklerin her zaman açık olsun, sevimli gülümseyişin parlaklığını, mutluluğunu yitirmesin. Yapayalnız yaşayan, sana karşı şükranla çarpan bu yüreğe tattırdığın mutluluk anından dolayı seni hep hayırla anacağım.
Ulu Tanrım! O ne uzun, mutlu bir andı! Bir insana ömrü için böyle bir an yetmez mi?
Dostoyevski, Beyaz Geceler, Türkçesi Mehmet Özgül, Engin Yayıncılık, İstanbul, 1993
Not: Kahramanımızın kastettiği an, Nastenka’nın elini tuttuğu andır.