Beyaz Geceler – Dostoyevski

Zarfı açtım. Ondandı.

Bağışlayın beni. Ayaklarınıza kapanarak bağışlanmamı diliyorum. Hem sizi, hem de kendimi aldattım. Bir düş, bir hayaldi bu. Bugün sizi düşündükçe içim parçalandı. Beni bağışlayın!

Ne olur beni suçlamayın. Çünkü size karşı hiç değişmiş değilim. Sizi seviyor, sevgiden büyük bir duygu besliyorum. Tanrım! Elimden gelse de ikinizi birden sevebilseydim… Ne olur, siz o olsaydınız!”

“Ah Nastenka bu sözünü hiç unutabilir miyim?”

“Sizin için şimdi neler yapmak istemezdim! Sizin ne durumda olduğunuzu, ne kadar üzüldüğünüzü biliyorum. Kırdım sizi. Ama herhalde bilirsiniz, seven gönül, kırgınlığı çabuk unutur. Siz de beni seviyorsunuz.

Teşekkür ederim. Beni sevmiş olduğunuz için teşekkür ederim. Çünkü bu sevgi, uyandıktan sonra uzun süre unutulmayan tatlı bir düş gibi saplandı yüreğime. Çünkü bana içinizi kardeşçe açtınız; huzur vermek, iyi etmek, korumak için yaralı yüreğimi kabul etmek büyüklüğünü gösterdiniz. Beni bağışlamakla, anınızı sonsuz şükran duygularımla birlikte bir kat daha yüceleştirmiş olursunuz. Anınızı yaşadığım sürece yüreğimde taşıyacağım. Onu koruyup bağlı kalacağım, benden hiçbir ihanet görmeyecek. Çünkü ben önce kendi kendime ihanet edemem. Daha dün bu kalbin, ait olduğu kimseye bir an içinde nasıl döndüğünü gördünüz.

Sizinle görüşeceğiz; bizi terketmez, gelirsiniz. Her zaman arkadaşım, kardeşim olacaksınız… Karşılaştığımız zaman bana elinizi uzatacaksınız, değil mi? Elinizi uzatacak, bağışladığınızı söyleyeceksiniz. Beni hala eskisi kadar seviyor musunuz?

Ah, ne olur, sevin beni, unutmayın. Çünkü şu anda sizi o kadar çok seviyorum ki bilemezsiniz!.. Hem sizin sevginize layığım, hak edeceğim onu sevgili dostum!

Önümüzdeki hafta evleneceğim onunla. Geri döndüğü zaman beni hala seviyordu, hiçbir zaman da unutmamıştı… Mektubumda onun sözünü ettiğim için beni bağışlayın. Ama onunla birlikte size gelmek istiyorum. Onu da seveceksiniz, öyle değil mi?

Beni bağışlayın, unutmayın ve sevin.”

Mektubu bir daha, bir daha okudum. Gözlerim dolmuştu. En sonunda mektup elimden düştü, yüzümü ellerimle kapadım.

Matriyona’nın sesi yeniden duyuldu:

-Bak bey, sana ne söyleyeceğim!

-Söyle bakalım, ana.

-Tavandaki örümceklerin hepsini temizledim. Aman bu fırsatı kaçırma, ya evlen, ya arkadaşlarını çağır; bir şeyler yap işte…

Matriyona’ya baktım. Nedendir bilmem henüz genç ve dinç olan bu kocakarı, o anda gözlerinin feri kaçmış, yüzü buruşmuş, beli bükülmüş, iyice yaşlanmış göründü. Duvarlar, döşemeler soluklaşmış, eşyalar rengini atmıştı. Her taraftan örümcekler sarkıyordu. Pencereden dışarı bakınca, karşıki evin de çökmüş, donuklaşmış bir görünüşe büründüğünü, sütunların badanasının parça parça döküldüğümü, dış süslerinin kararıp yer yer çatladığını gördüm. Duvarlar o parlak sarılığını yitirmiş bozlaşmıştı.

Güneş yağmur bulutunun arkasından şöyle bir bakıp sonra tekrar gizlendiği için mi böyle her şey gözüme renksiz görünmüştü? Yoksa hüzünlü, somurtkan geleceğimi bir süre hayalimde canlandırarak, on beş yıl sonraki durumumu, gene yalnız, gene aynı odada, yıllar geçtiği halde zerrece akıllanmayan Matriyona ile birlikte daha da yaşlanmış olarak mı görmüştüm.

Ama sana kin bağlamak mı, Nastenka?.. Tertemiz pırıl pırıl mutluluğuna gölge düşürmek mi? Acı sitemlerimle sen kederlendirip gizli azaplar vererek, en mutlu anlarında yüreğinin acıyla çarpmasını ister miyim? Gelin olduğun gün, onunla birlikte yürürken siyah saçlarını süslediğin narin çiçeklerden tekini bile soldurabilir miyim? Bunları ben mi yapacağım, Nastenka? Asla, asla! Göklerin her zaman açık olsun, sevimli gülümseyişin parlaklığını, mutluluğunu yitirmesin. Yapayalnız yaşayan, sana karşı şükranla çarpan bu yüreğe tattırdığın mutluluk anından dolayı seni hep hayırla anacağım.

Ulu Tanrım! O ne uzun, mutlu bir andı! Bir insana ömrü için böyle bir an yetmez mi?

Dostoyevski, Beyaz Geceler, Türkçesi Mehmet Özgül, Engin Yayıncılık, İstanbul, 1993

Not: Kahramanımızın kastettiği an, Nastenka’nın elini tuttuğu andır.

Schopenhauer – Güzelin Metafiziği

Nitekim herhangi bir bilim dalında seçkin bir yetenek kendisini hissettirir hissettirmez bütün vasatlar ağız birliği etmişçesine onun üzerini örtmeye, onu her türlü imkan ve fırsattan yoksun bırakmaya kalkar, sanki bu onların yeteneksizliğine, sığlığına ve heveskarlığına yüksek düzeyde bir ihanetmişçesine ellerinden geleni esirgemeyerek onun tanınmasını, görünmesini aydınlığa çıkmasını önlemeye çalışırlar. Çoğu durumda sindirme veya örtbas etme sistemleri uzun bir zaman başarılı olur çünkü onlara eserini eğlenip hoşlansınlar diye çocukça bir itimat ve emniyetle teslim etmiş olan deha, en asgari düzeyde bile bu vasatların dolap ve düzenlerine karşı kendisini koruma yeteneğine sahip değildir çünkü onlar ancak bayağı ve alçak şeyler düşünülüp tasarlanmasında kendilerini tam olarak rahat hissederler. Aslında o bunlardan kuşkulanmaz, hatta yaptıklarını anlamaz bile; hatta gördüğü karışıklıktan kafası karışmış ve dehşete düşmüş olarak kendi eserinden kuşku duymaya başlar ve ardından kendine olan güvenini kaybedip çalışmalarından vazgeçebilir, ta ki gözleri döneminin bu değersiz ve aşağılık adamlarına ve onların yapıp ettiklerine açılıncaya kadar.

Schopenhauer Güzelin Metafiziği Çev. Ahmet Aydoğan Say Yayınları

Schopenhauer – Güzelliğin Metafiziği

Tavus kuşunun kuyruğunun güzelliği karşısında diğer kuşlar nasıl gücenip kırılmışlarsa ortaya çıkan bu yeni yetenek karşısında da muhtemel rakipler aynı ölçüde kırılıp gücenir ve derin bir sessizliğe gömülürler. Bu öyle bir sessizliktir ki sanki bir anlaşmayla düzenlenmiş gibi hep bir ağızdandır ve bir tek çatlak ses yoktur, hepsinin dili felç olmuştur. Bu Seneca’nın SILENTİUM LIVORIS’idir yani kıskançlığın sessizliği…

Schopenhauer Güzelliğin Metafiziği Çev. Ahmet Aydoğan Say Yayınları

Schopenhauer – Güzelin Metafiziği

Her türlü hazzın kaynağı akrabalık duygusudur. Güzellik duygumuz için hiç kuşkusuz en güzel olan kendi türümüz ve keza onun içindeki kendi soyumuzdur. Başkalarıyla münasebette herkes kendisine benzeyen kimselere belirli bir öncelik verir, dolayısıyla bir mankafa için bütün büyük kafalar bir araya gelse hiçbir anlam ifade etmez, o gider dünyanın bir ucunda da olsa bir başka mankafalar topluluğunu seçer. Dolayısıyla herkes en büyük hazzı ister istemez kendi eserlerinden alacaktır çünkü bunlar onun ruhunu yansıtır onun kendi düşüncelerini aksettirirler. Bunlardan sonra beğenisine en çok hitap eden kendisine benzeyenlerin eserleri olacaktır. Dolayısıyla kalın kafalı, safi sözcük taciri, sığ ve huysuz birisi samimi ve yürekten tasvibini ancak kendisi gibi kalın kafalı, sığ ve huysuz birisinin bir laf ebesinin eserleri için ifade edecektir. Öte yandan büyük kafaların eserlerini, kendi fikrini belirtmekten çekindiği için, ancak bir otoritenin değerlendirmesine bağlı olarak kabul edecektir çünkü bunlar aslında ona zevk vermez, hatta yüreğinin derinliklerinde bunlardan nefret eder. “Bunlar ona konuşmaz/kendisine çekmez” hatta itip uzaklaştırır ve o bunu kendisine bile itiraf etmekten çekinir. Dehanın eserlerinden ancak ayrıcalıklı kafalar ve üstün zekalar zevk alabilir; ne var ki onların ilk tanınmaları, henüz kendilerini destekleyecek bir otorite olmaksızın hayatlarını sürdürüyorlarken, hatırı sayılır bir zihni üstünlük talep eder.

Binaenaleyh bütün bunları göz önünde bulunduracak olursak bu büyük eserlerin takdir ve şöhrete bunca geç ulaşmlarına değil, bütün bunlara rağmen nasıl olup da ulaşmış olduklarına şaşırmak gerekir.

Schopenhauer Güzelin Metafiziği Çev.Ahmet Aydoğan Say Yayınları