Anne karnındaki bir bebek varlığının farkında değildir. Kalbi çarpmakta fakat bunu bilmemektedir. Mutlak bir karanlığın içinde, kanla beslenerek yaşar. Gelişimi devam ettikçe, kucağında yaşadığı ortamı algılamaya başlar. “Bu karanlıktır” diyemeyeceği “karanlık” onun yaşam alanıdır. Fakat o ışığı hiç görmediği için karanlığı “mutlak” olarak kabul eder. Bir vücudu vardır ve bu vücut, kucağında yaşadığı bu ortama bağlanmıştır. Bu bağın onu hayatta tutan şey olduğunu anladığı düşünülebilir. Kalbi çarpmakta, nefes almakta ve “yaşamak”tadır. Bu karanlık onun dünyasıdır. Başka bir dünya tasavvur etmesi ise asla mümkün değildir. Ne bir annesi, ne de babası vardır. Çünkü bir anne tasavvur edebilmesi için, onu, içinde bulunduğu çevreden ayırabilmesi gerekir. Hâlbuki onun için mutlak olan bu çevredir. Bu çevrenin bir kadının içinde olduğuna ve varlığını ona borçlu olduğuna dair hiçbir işaret yoktur. Görmediği bir şeyi kabul etmek zorunda değildir.
Böyle metafizik düşüncelere kapılmasının ne lüzumu vardır? Yapması gereken tek şey, onu hayata bağlayan şu bağa tutunmak ve kanla beslenmeye devam etmektir. Öyle yapar.
Fakat gelişmesi devam ettikçe, anlamlandıramadığı işaretlerle karşılaşmaya başlar. Sesler duymaktadır. Dünyası hareket etmekte ve o bu hareketi hissetmektedir. Bu hareket neyin nesidir? Bu sesler nereden gelmektedir? Bunlar, bir takım hayaller midir yoksa içinde bulunduğu dünyadan başka bir dünya mı vardır? O buraya sıkışıp kalmış mıdır? Şu bağ olmadan yaşamanın mümkünü var mıdır? Hayır, hayır? Kanla beslenmezse yaşaması mümkün değildir. Onu altından ve üstünden kuşatmış bu su olmasa, onu kan içtiği âleme bağlayan şu boru olmasa, yaşamanın imkânı yoktur. Fakat bu sesler neyin nesidir?
Dışarıda bir varlık hissetmeye ve zamanla bundan emin olmaya başlayınca “Buradan çıkmak istiyorum” der. “Kollara ve bacaklara sahipsem bunun bir anlamı olmalı. Çünkü bu dünyada yaşamak için ne kollara, ne de bacaklara muhtacım. Hayat bu karanlıktan ibaretse, gözlere de muhtaç değilim. Ağzım olmadan önce de yaşıyordum, kulaklarım olmadan önce de yaşıyordum ve üstelik bunların oluşumu benim irademle olmadı. Ben hiçbir şey yapmadan büyüyorum. Saçlarım çıkıyor, parmaklarım belirginleşiyor, büyüyor ve ağırlaşıyorum. Hayır, hayır ben bir şeye hazırlanıyorum. Bu dünya değil. Burası geçici, ben buradan ayrılacağım. Ve kucağında olduğum şeyi göreceğim.” Ve annesinin karnını tekmeler. Vakti geldiğinde, ışığa doğru yolculuğu başlar. Geçilmesi imkânsız gibi görülen bir yerden çıkarak, varlığından haberdar olmadığı ışığa ulaşır. Mutlak varlık zannettiği şeyin şimdi onu kucağına almış gülümseyenin kendisi olduğunu anlar.
Bütün o karanlık, o kanla yaşadığı hayat bir aldanıştan ibaretmiş, bir kendini kandırmadan bir hazırlıktan ibaretmiş. O karanlığın sahibi, meğer şimdi onu göğsüne bastıran ve “Ya işte böyle” diyen annesiymiş. Demin içindeydi ve ondan habersizdi, şimdi kollarında ve ona muhtaç. Diyor ki “Seni tekmelediğim için, seni bilmediğim, senden habersiz yaşadığım için beni affet. Şüphesiz ben senin bağışlamana, ben senin merhametine muhtacım. Ben esasen kendi başına yaşayamayacak ve senin merhametin olmadan ayakta bile duramayacak bir zavallıyım. Hâlbuki sen benim annemsin, sen benim her şeyimsin. Bana kızman, beni ciddiye alman ve bana rahmetten başka bir şekilde davranman mümkün olabilir mi? Bak senin kollarında ne kadar küçük ve ne kadar çaresizim. Ve senin kollarında senden bir parçayım. Ben senim ve sana döndüm.”
O artık, gerçek sandığı yeni bir hayatın içindedir. O karanlığı, o kanla beslendiği günleri unutacak, o esareti hayatın kendisi olarak kabul ettiği zamanı unutacak ve yaşayamaya devam edecek. İhtiyaçları ile bağlandığı dünyanın, annesinin karnı gibi bir esaret olduğunu, ışık zannettiği şeyin bir karanlık olduğunu ve bütün yaptığının kanla beslenmek olduğunu ona kim söyleyecek? Bütün bu metafizik düşüncelere ne gerek vardır? Hayat budur. Onu altından ve üzerinden kuşatan boş ve sınırsız bir cosmos yani karanlık vardır. Ve o açlığıyla, mide açlığıyla, beden açlığıyla bu dünyaya bağlıdır. Bütün yapması gereken bunları tatmin etmek ve zamanı gelince ölüp gitmek… Gözleriyle görmese ölümü de inkâr ederdi. Ama var ve hepsi bu!
Peki, ama bütün bunlar ne için var?